Kendisini, yoğun bir süper ego sahibi olan abisinin hizmetine sunmaktan nefret ediyordu. Çoğu şeyden nefret edebilme yetisine sahip olduğu doğruydu, evet; ama bu, apayrı bir boyuta binmişti artık. Öğrencilerin gözünün önünde dahi, onlara olan tutumunu eleştirme cüretinde, sırf ondan bir kademe üstün diye bulunmuş olan abisi, Léonard Golradir Aurel, bunun cezasını çekecekti. Kan kırmızı saçları, günün yorgunluğunu süpürürken, aklındaki ismi tahmin etmek ne kadar zor olabilirdi ki? Kendisinde tek gram dahi güç kırıntısı bulabilmiş olsa, ismini tekrar anımsar, belki de onun hakkında bir şeyler karalardı. Onun asla göremeyeceği, gurur okşayıcı şeyler. Onun için bir defteri olduğunu öğrense, kim bilir ne tepki verirdi, pohpohlanmaktan asla bıkmayan genç adam? Oysa ona soyut isimler armağan edip, bundan asla haberdar olmamasını sağlamak daha güzeldi. Üstelik, aralarındaki tanımsız şeyden rahatsız olduğunu ve biraz daha ciddileşmelerinin gerektiğini düşündüğünü düşünmesini istemezdi. Aslında bundan mutlu olduğu bile söylenebilirdi; aralarındaki şeye bir tanım koydukları an, uçup gidecekmiş gibi hissetmesi normal miydi?
Bir fahişeye duyduğu özen, yüzünde küçük bir tebessüm yarattı. Lethe, ömrü boyunca, onlar gibi sigara içmek istemişti. Kendi zayıflığını kabullenmesi onu şaşırtsa da, sigarayı, hiçbir zaman ağzına yakıştıramamıştı. Ahenk yoksunu küllereydi belki bu fobisi, bilmiyordu. Bilmediği o kadar şey vardı ki, her bir bilinmezlik, ona, bir sigara hediye ediyordu. Bunu bencilce yapıyordu üstelik, tıpkı Lethe kadar bencilce. Biçimli gözlerinin arkasına saklananlar da neyin nesiydi? Gözyaşları mı? Bugüne kadar, onların, kurumuş ya da tenine karışmış olduğuna inanmayı tercih etmişti. Bir inanç daha kaybetmek onu zedelemişti. Yine de bazı alışkanlıklardan vazgeçilemiyordu. Alışkanlık dediği an, aklını aynı isim ziyaret etti: Józef. Birkaç saniye sonra odayı basan fare, bir tesadüf müydü? Zihni, bir soruyu daha nazikçe kabul ederken, Lethe, bundan ne kadar da nefret ettiğini hatırladı. Farenin uzattığı zarfı, aldığı gibi açtı. Parşömenin dahi o kokması ne acıydı. Yüzündeki burukluğun saçma olduğuna kanaat getirdi ve okumaya başladı, sihirli parmaklarından dökülen kelimeleri.
“Farklı yerler diyorum Ija, farklı. Le Dahlia Noir mesela. Daha iyi. Farklı yüzler. Neden bahsettiğimi biliyorsun, güzelim. Gece yarısı olmadan, dolunay o görkemli ışıklarını –senin kadar olmasa da– insanların üzerine tam yağdırmadan önce.
Józef.
Not: Seni özledim.”
Adama, onun asla göremeyeceği bir gülümseme bıraktı. Ruhunu aciz bir kıvama getiren ve onunla düpedüz dalga geçen adamı bu kadar yüceltmemeliydi. Öyle mi yapıyordu sahi? Lethe, her gece, kendini kandırmamış olmayı diliyordu. Fare –fazlasıyla çirkin bir hayvandı–, odadan çıktı ve Lethe ayaklandı. Üzerine adeta yapışan, siyah elbisesini giyecekti; Józef, o elbisesini severdi. Altına henüz geçirdiği deri çizmeleriyse, birkaç dakika sonra, sokaklara neşeli bir melodi katacaktı. Aslında bunu biraz da algıya bağlıyordu; melankoli mağduru biriyle aynı şeyleri paylaşmayı beklemezdi, ki bunu isteyeceği de şüpheliydi. Onu bir türlü terk etmeyen, farklı olma dürtüsüydü tüm suçlu, genç kadın, kendini asla suçlamazdı.
Adımını dışarıya attığı an –küçükken, Józef ile bu konuda uzmanlaşmışlardı–, dondurucu bir soğuk ağırladı onu. Kızıl saçlarıyla, kollarını örttü ve adımlarını sıklaştırdı. Onu, bir süredir beklettiğini biliyordu; fakat adamın, artık buna alışması gerekti. Barın, iki harfi sönük olan tabelasının hemen altındaki kapıyı ittirdiği an burnuna dolan içki kokusu, onu epeyce memnun kılmıştı. Ardından onu karşılayansa, erkeğinin, yoğun parfümü olmuştu. En uç baharatlarla kendinden geçerken, kendine yönelen bakışları delercesine, adama baktı. Lethe da onu özlemişti, hem de bir deliden farksız bir biçimde yapmıştı bunu. Ne barın güzel yeşil tonlarına takılmıştı gözleri, ne de bardaki, nefesi kokan adamlara. Lethe, okulda sürekli görmesine rağmen, uzun zamandır yalnız vakit geçirmedikleri Józef’a doğru ilerlerken, bütün kavramlar soyutlanmıştı. Bu hikayede ne zaman, ne yer, ne de başka bir şey olmalıydı. Sadece ikisi. Ve Lethe, kollarına atılamamanın eksikliğini taşıyordu.
Józef’ın, diğer adamlara attığı bakış, fazlasıyla tatmin ediciydi. Yüzüne yerleştirdiği sinsi ifade ise, Józef’ın, ona doğru dönüp, eline kondurduğu buse ile sonlandı. Kadının, sesini her hücresiyle algılamaya duyduğu özlemi bastırdı, genç adam.
“Her zamanki gibi bütün bu aç köpeklerin dikkatini üstüne çekmeyi başardın.” Adam, sandalyeyi kendine doğru çekerken, Lethe, çekici gülümsemesini inceledi. Bunu nasıl yapıyordu, bilmiyordu. Józef,
“Ne içiyoruz?” demese, Lethe, yaşadığını fark etmeyecekti. Bir refleksmişçesine,
“Tekila.” dedi. Bir türlü itiraf edemese de, kendisini oldukça sarsan tekilanın, tuz ve limonla olan uyumunu severdi. Józef’ın tek işaretinin ardından, shot bardakları önlerine dizildi. Bardağın etrafındaki tuzu yalayan Lethe, bardağı kafasına dikerken, ağzındaki ekşi tat, yeniden hayat bulmasını sağlamıştı sanki. İçkinin getirdiği gazla, adamın kulağına eğildi ve fısıldadı.
“Biraz eğlenmek istiyorum. Bir fikrim var, Josephine.” Ah, adamın, buna gıcık olduğunu fazlasıyla iyi bilirdi. Onu gaza getirmek adına bundan iyi bir çözüm olamazdı.
“Seninle bir oyun oynayacağız. Bir iddia. Kim daha çok kişiyi tavlarsa, karşı taraf, onun istediğini yapacak.” Geri çekilip, dişlerini gösterdi adama. Havaya kalkan kaşlarının,
‘anlaştık mı’ mesajını verdiklerinden emindi.